9 Ekim 2011 Pazar

Güncel Ekonomi-2

    Geride bıraktığımız aylarda Dünya ve Türk ekonomisi oldukça hareketli günler geçirdi. 2006'nın ikinci yarısında Amerika'da başlayan Mortgage krizinin ardından dünya ikinci defa gelebilecek global bir krizin hesaplarını yapmaya başladı. Amerika'daki bütçe açığı, Avrupa'da yaşanılan borç krizi, Yunanistan'ın içinde bulunduğu durumdan ötürü euro bölgesinde ortaya çıkabilecek sorunlar şu anda dünya gündemini meşgul etmekte. Türkiye'de ise durum nispeten daha sakin. Türk ekonomisindeki en büyük sorun cari açık ve döviz kurlarının yüksekliği olarak görülüyor. Tabi döviz kurlarının yüksekliği bazı ekonomistler için bir sorun değil aksine ülke ekonomisi için gayet de faydalı olabilecek bir şey fakat ben aksini düşünüyorum. Türkiye gibi ihracatı ithalatıyla paralel olan yani mal ihraç edebilmek için aynı zamanda da mal ithal etmek zorunda olan bir ülkede döviz kurlarının cari açığı kapatıcı etkisi kısmen yetersiz kalacaktır. Aynı şekilde Türkiye'nin ihracatının %44'ünü AB ülkelerine yaptığı düşünülürse ve Avrupa'daki bu krizin ihracat rakamlarını biraz daha düşürebileceğini varsayarsak, hükümet tarafından alınmış kısa vadeli önlemlerle cari açık yavaşlar gibi gözükse de uzun vadede kesin bir çözüme ulaşacak gibi gözükmemektedir. Hükümet bu nedenle yapısal bir reform paketi hazırlamak zorundadır. Böyle bir paketin de yolda olduğu kulislerde konuşulmakta zaten şu anda.

   Dünyanın bu kadar iç içe geçmiş olduğu bir ortamda Yunanistan'da yaşanması muhtemel bir temerrüt krizinin   Avrupa'nın en güçlü 2 ülkesi Almanya ve Fransa'yı dolayısıyla öncelikli olarak AB ülkelerini ve daha sonra da tüm dünyayı etkisi altına alması kaçınılmaz olacaktır. Almanya ve Fransa'nın büyük bankalarının ellerinde bulundurduğu Yunan kağıtları bu ülkelerde finansal krizlere sebep olup belki de Euro bölgesinin dolayısıyla Avrupa Birliği'nin dağılmasına bile sebep olabilir. Bu nedenle Merkel geçtiğimiz günlerde senatodan Yunanistan için bir yardım fonu oluşturulması teklifini geçirdi. Bu kararın alınması aşamasında Alman halkından tepkiler gelse de siyaseten muhalif bir ses çıkmadı. Çünkü onlar da Yunanistan'ın batması durumunda olabilecek şeylerden haberdarlar.

    Türkiye'ye baktığımızda ise geçtiğimiz hafta içerisinde Merkez Bankası'nın döviz kurlarına müdahale amacıyla iki gün üstüste 1 milyar 350 milyon dolarlık döviz satım ihalesine çıktığını görüyoruz. Bu müdahaleler ve alınan bazı zorunlu karşılık kararlarından sonra piyasadaki döviz likiditesinin artmasıyla dolar 1.90 seviyelerinden tekrar 1.84 seviyelerine geriledi. Fakat burada tartışılması gereken konu Merkez Bankası'nın piyasada bu kadar etkin olması iyi bir şey midir, kötü bir şey midir? Erdem Başçı'dan önceki Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz bu noktada bir tehlikeye dikkat çekti. Yılmaz'a göre her ekonomide bu tip dönemlerde Merkez Bankası bir teste tabi tutulur. Bazı büyük oyuncular tarafından yüksek döviz kurları test edilir ve Merkez Bankası'nın tepkisi ölçülür. Burada merkez bankası oyuna fazla müdahil olmamalıdır. Aksi takdirde Erdem Başçı sık sık döviz kurları için sözlü olarak bir hedef tespit etmeye kalkarsa elindeki döviz rezervlerini hızla eritmek zorunda kalabilir. Ayrıca kişisel düşünceme göre bu kadar sözlü ve aksiyonel olarak müdahil olunan bir piyasada dolar kurunun 1.84 gibi bir seviyede olması ve bütün çabalara rağmen doğal seviyesine gerileyememesi; insanları dolardaki artışın uzun vadeli olduğuna inandırıp, tekrardan dolara yönelmelerini sağlayabilir. Sonuçta insanlar birçok ekonomik kararı gelecekteki rasyonel beklentilerine göre almaktadırlar ve bu beklentiler direkt olarak dolar kurunu da etkilemektedir.

   Her gün televizyonlarda uzmanlar çıkıp dolar böyle böyle olacak, altın böyle böyle olacak, euro böyle böyle olacak deseler de inanmamak lazım. Cnbc-e'de, Bloomberg'de çıkıp bilmiş bilmiş kurlar hakkında konuşan analistlerin bugün nasıl çark ettiklerini hepimiz görüyoruz. Zaten bu analistler tam bir "mükemmel piyasa bilgisi"ne sahip olsalardı kendileri televizyonlarda değil, Miami sahillerinde güneşleniyor olurlardı. Şöyle bir örnek vereyim: Bir bankanın yatırım analisti dolar kuru düşecek dediğinde bunu şöyle algılamak lazım; "benim bankamın açık pozisyonu çok fazla yani döviz borcumuz var dolar kurlarının düşmesi lazım." Bir başka bankanın analisti ise kurların yükseleceğini söylediğinde; "benim bankamın portföyünde döviz çok fazla kurların yükselmesi lazım" olarak algılanmalı. Veya ihracat yapan bir şirketin CEO'sunun da dolar euro kurları hakkında yapacağı analizlere pek de inanmamak gerekiyor.

   Dünya her geçen gün yeni bir krize sürükleniyor gibi. Gelecek olan bu krizin ardından ise dünya muhtemelen eskisi gibi olmayacak. Dünya'da inanılmaz bir tahribat yaratmış olan kapitalizm kendini yenileyip tekrardan geri dönebilecek mi ya da ne Komünizme ne de Kapitalizme yakın olmayan üçüncü bir yol üretilebilecek mi? İşte herkesin tartışması gereken konu bu.

*Yukarıdaki yazı yarım-yamalak ekonomi bilgisi olan bir çocuk tarafından yazılmıştır. Yapılan çıkarımlarda hatalar ve yanlışlıklar olabilir. Buraya böyle yazılar koymamdaki amaç ise zaten kendimdeki gelişmeyi görmek istememdir. Bundan 1 yıl sonra muhtemelen çok daha farklı tarzda bir yazı yazabilecek duruma gelecek olup, dönüp geriye baktığımda gerekli eleştirileri yapacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder