8 Ekim 2011 Cumartesi

Likya Yolu (Olympos-Yanartaş)

   Bu yazıyı yazmak için neden bu kadar ara verdim onu bilmiyorum ama en azından bu etabı da not düşmem gerekir bloga. Yaptığımız bu gezinin üzerinden zaman geçtikçe hissettiğim şeyleri biraz daha unutuyorum gitgide sıradanlaşıyor yazılar fakat yapacak bir şey yok :) Bu yolunda böyle bir özelliği var. Yol boyunca ömrünüzün başka hiçbir diliminde hissedemeyeceğiniz şeyleri hissediyorsunuz. Mesela yaptığınız bir konuşma normal zamanlarda kendinize çok saçma gelebilirken bu yoldayken o kadar normal ve o kadar güzel ki. Aynı bir insanın geceyarısında odasında yalnızken büründüğü ruh haline benziyor biraz da. Daha büyüleyicisi olduğu kesin ama bu özelliğiyle aşağı yukarı aynı. Neyse en iyisi hikayeye başlayayım ben. Kınık'tan Antalya'ya döndüğümüzden beri odamızdan dışarı çıkmadık. Uyku-yemek-internet üçlüsüyle 2 günü geçirdikten sonra "e artık bir yere kadar" diyip yola çıkmamız gerektiğini anladık. Bu süreçte Hasan'ın bize veda etmesi gerekti, Emir ile düştük yola. Bir minibüse atlayıp Olympos kavşağında indik. Bu kavşakta gördüğümüz insanlara aşağıya yolun kaç kilometre olduğunu sorduk. Cevap 7 kilometre yürüyemezsiniz geçler şeklindeydi. Adam bugüne kadar 80 kilometre yürüdüğümüzü duysa nederdi acaba diye düşündük, gülüp geçtik :) ve tekrardan bir minibüse atlayarak antik kentin girişine geldik. Olympos istisnasız her sene ailecek uğrak mekanımız olmasından dolayı burada hiç yabancılık çekmiyordum. Yol bulma, iz bulma derdi de yoktu. En az Acıbadem kadar biliyordum Olympos'u.
Resimde de görüldüğü gibi Olympos antik kentinin girişinden itibaren Çıralı'ya 3 kilometre yolumuz vardı. Planımız önce bi antik kenti gezip, dünyanın en muhteşem sahillerinden birinde denize girip ( en muhteşem sahil lafını kafamdan uydurmuyorum çünkü geçtiğimiz yıllarda Olympos dünyanın en güzel sahili seçildi) ardından Çıralı'ya ulaşmak akşam da Yanartaş'a çıkmaktı. Düştük yola..Sağımızda bir dere, solumuzda antik kalıntılar denize doğru yürüdük. Bu yol boyunca en güzel anılar da hep denize doğru yürürken oldu zaten. Ortaçgil'i mırıldandık "çözdüm her şey çok basit! Denize doğru.." Antik kentte birkaç fotoğraf çektikten sonra çalıların arasında üstümüzü değiştirdik, hazırdık yani anlayacağınız :)



Olympos yine devlet tarafından koruma altına alınmış, tesisleşmeye hiçbir şekilde izin verilmeyen bir plaj. Burada diğer sahillerin aksine herhangi ahşap bir yapı, bir büfe veya bir şezlong bulmanız da mümkün değil. Hatta bu sebepten dolayı seyyar büfecilik almış başını gitmiş sahilde. Güzel kazandıran sektörlerden, meraklılarına duyurulur.  Bu sahil insan profili olarak da oldukça hoşuma giden bir yer. Ağırlıklı olarak üniversite öğrencilerinin ve doğadan zevk almasını bilen insanların geldiği bir yer. Yani burada Bodrum'un Çeşme'nin şımarık mojitocu çocuklarına rastlamazsınız. İnsanlar sakindir, nerede nasıl davranılması gerektiğini bilir. Burada harcadığımız 3-4 saatin ardından hava kararmadan Çıralı'ya doğru yola çıkmaya karar veriyoruz. Bir ucunda bulunduğumuz sahilin öteki ucu Çıralı. Deniz kenarından oldukça keyifli bir yürüyüşe başlıyoruz..
Çıralı'ya vardıktan sonra güzel bir fiyata anlaştığımız mekana giriş yapıp, bungalovumuza yerleşiyoruz. Akşam yemeğinin ardından ise istikamet Yanartaş..Gece yolculuğunun aslında ne kadar gergin bir şey olduğunu burada farkediyoruz. Bize anlatılanlara göre gece oraya bir sürü insan çıkıyor. Fakat yolda kimseyi göremiyoruz. Başlıyoruz şarkı söylemeye, bu yol geçmez çünkü başka türlü. Elimizde fenerlerimiz ilerliyoruz .(Fenersiz gelmeyin). 1-1.5 saatlik bir yürüyüşün ardından Yanartaş'ın giriş tabelası bizi karşılıyor. Bahsedilen kalabalıkla da tam olarak burada karşılaşıyoruz.
Burada girişte Yanartaş hakkındaki bilgilerimizi tazeledik. Size de anlatayım kısaca buranın hikayesinin ne olduğunu. Likya kralı ona karşı gelen ve acınacak haldeki bir genci öldürmek istemez ve onu Olympos dağında yaşayan ağzından ateşler saçan bir canavar olan Chimera ile dövüşmeye gönderir. Bu genç Pegassos adlı kanatlı atına binerek Chimera'yı yerin 7 kat dibine gömer fakat Chimera yerin altından alevler saçmaya devam eder. Homeros'un bize bu şekilde anlattığı efsaneye göre bugün hala yanan alevler, Chimera'nın yerin yedi kat dibinden fışkıran alevleridir. Bu gencin zaferini kutlamak için Olympos'da bir yarış düzenlenir. Atletler bu ateşle meşalelerini tutuşturarak Olympos kentine doğru koşarlar. Böylece daha sonraları değişik spor dallarının eklendiği ve birkaç gün süren Olimpiyat Oyunları'nın Anadolu'daki ilk örneği gerçekleşmiş olur. Günümüzde yakılan olimpiyat meşalesi Chimera'nın sönmeyen ateşinin sembolik bir ifadesidir. Kaç kişi biliyor acaba merak ettim :) Buradan yaklaşık 45 dakikalık bir tırmanışla Yanartaş'a vardık.

Buraya çıkarken insanlar genelde şaraplarını ve sucuklarını yanlarına alıyorlar. Binlerce yıldır aralıksız yanan bir ateşte sucuk kızartmak değişik bir deneyim olsa gerek, biz tadamıyoruz maalesef. Onun yerine Emir gidip sigarasını yakıyor. Zaten tepede ne kadar Türk varsa çakmak gibi kullanıyor yanartaşı. Akıl sır erdiremiyoruz hiçbir şekilde bu sönmeden yanan doğa harikasına. İçinde bulunduğumuz egzotik ortamda 1 saat kadar takılıp iniş yolculuğuna başlıyoruz..Geldiğimiz yolu takip ederek 2 saat içerisinde odamızdayız. Yarın sabah erkenden Antalya'ya dönüş var güzel bir uyku çekiyoruz. Antalya 'da geçirdiğimiz günler ise klasik oluyor pek tat alamıyoruz. Sanırız bu yolculukla bütün tatil anlayışlarımız değişti.. ama şurada sevgili anneanneme teşekkür etmeden geçemeyeceğim, krallar gibi ağırlandık vallahi, seviyoruz seni..Dikkat dikkat aşağıda gördüğünüz kadın annem değil anneannemdir :) Ve İstanbul'a dönüş vakti..

   Likya Yolu maceralarımızı "Fethiye'den Antalya'ya Likya Yolu" kitabının arkasındaki yazıyla bitiriyorum. Çünkü şahsen benim fazla söyleyecek bir şeyim yok. Daha çok hisler konuşuyor bu tip durumlarda. Bazı şeyler de bende kalınca o kadar güzel ki...

Yürümek Üzerine 

Eğer Likya Yolu'nu yürümüşseniz, haftalardır benimsediğiniz bir yaşam biçiminin de sonuna gelmişsiniz demektir. Her sabah kalktığınızda, önünüzde yürünecek kilometrelerce yol; bu yorgunluğu terk edebileceğiniz küçük Akdeniz koyları; bacaklarınızı sizden nefret ettiren tırmanışlar; yaylaların insanı canlandıran havası ve tepenizde sarı sıcak güneş vardı. Mavi gökyüzü ile mavi Akdeniz arasında gidip geldiniz. Keşfedilmemiş yitik zamanın içine girdiniz. Zaman seyyahı oldunuz. Efsanelerin uğrak yerleri, doğum yerlerinize dönüştü. İnsanlar tanıdınız, sofralarına yüreklerini koyan. Bütün seyyahlar gibi öykünüzü anlatıp öykülerini dinlediniz. Doğayı tanıdınız, zeytinin neden kutsal olduğunu anladınız. Denizlerin neden tuzlu olduğunu, gölgelerin arasındaki farkı kavradınız. Sedir gölgesine bir başka isim verdiniz, köknarınkine başka. Yalnız palmiyenin yalnızlığını paylaştınız. Şahinlerin baktığı uçurumlardan baktınız. Dev kaplumbağaların yumurtaları ile yarına mesajlar gönderdiniz. Hayatınızda ilk defa tırtıl sevdiniz. Geveze kırlangıçlarla kötü şarkılar söyleyip, ağustos böceklerinin sesini bastırmaya çalıştınız. Karadutları, keçi boynuzlarını, bademleri tattınız. Yolculuk yaptınız, yani yaşadınız. Zaman içerisindeki yolculuğumuzda geçmişin şifreleri, efsaneleri sizlere kelimelerle ancak bu kadar ulaşabiliyor. Dağların kekik toplayıcılarını, Tahtalı Dağı'nın zirvesini, Xanthos'un gizemini hissedebilmek ya da Akdeniz'in maviliklerinde serinlemek için bu eşsiz serüveni yaşamanız gerekiyor.




Nerede olduğunuzu önemsemezseniz kaybolmuş sayılmazsınız..! Seneye kaldığımız yerden devam..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder