30 Eylül 2011 Cuma

Likya Yolu (Gavurağlı-Kınık)

   O kadar keyifli bir yoldan başladı ki yolculuğumuz..Ta ki telefonum çeker çekmez İstanbul'dan Galatasaray'ın 2-0 mağlup olduğu haberi gelene kadar. Resmen moralim bozuldu ama çam kokuları eşliğindeki bu yolculukta unutmak çok da fazla sürmedi..
Hafif ve bizi fazla zorlamayan bir tırmanıştan sonra 12 kilometrelik uzunluğuyla dünyanın en uzun doğal plajlarından biri olan Patara'nın en uç noktasının manzarası bizi karşılıyor. Aşağıda gördüğümüz antik kalıntılar, Özlen Çayı ve uçsuz bucaksız kumsal manzarası burada 1 saat kadar mola vermemize sebep oluyor. Vedalaşıp gidemiyoruz çünkü..
Yukarıdan  aşağısı oldukça yakın gibi gözükse de aşağıya inmek pek de kolay olmuyor.. Bu sırada planlarımızda ufak da bir değişiklik yapıyoruz. Normalde bu gece Kınık'ta konaklayıp yarın sabah erkenden Olympos'a gitmeyi düşünmüştük ama Kınık'ta konaklamayı pas geçip akşam direk Antalya'ya geçmenin daha mantıklı olduğu aşikardı. Böylece 1-2 gün dinlenip, gereksiz eşyalarımızı bırakıp dinç bir şekilde Olympos-Yanartaş arasını yürümeye başlayabilirdik. Hemen Antalya'ya telefonlar edildi, yemek siparişleri verildi ve gece klimalı bir odadaki deliksiz uykunun hayalleri kurulmaya başlandı. Tempolu bir yürüyüşten sonra artık deniz seviyesindeydik.. Burada Pdynai antik kentinden kalma birkaç eski kapı bizleri karşıladı. Pdynai Likya uygarlığı zamanında Patara kentini korumak için kurulmuş askeri bir uç birliğinin yaşadığı alanmış. Patara, Likya şehir devletlerine bir dönem başkanlık yaptığı için oldukça önemli bir kent ve çevresinde bu tip askeri birliklerin yaşadığı ufak kentler mevcut. Pdynai'nin girişindeki yazı bizi öyle bir güldürüyor ki sormayın, bu nasıl bi espri anlayışıdır anlayamıyoruz, gerizekalı çok bu memlekette.
Artık Özlen Çayı'nın denizle buluştuğu noktadayız..Pek de sağlam olmayan köprüyü geçiyor ve kumsala ulaşıyoruz..İlk işimiz direk dondurmalara saldırmak oluyor...Sonrasında ise konservelerimizi yiyip yola devam etmek gibi bir planımız var fakat yaklaşık 1 haftadır çantamızda bulunan barbunyalarıımz güneşten fazla etkilenmiş olacaklar ki bozulmuşlar, kötü bir koku yayıyorlar. Onun yerine tost sipariş ediyoruz. Yemekleri yedikten sonra "abi 10 dakikada olsa girelim şu denize" diyorum. 10 dakika oluyor 1.5 saat..

Bundan sonra yolumuz dümdüz Letoon'a doğru devam ediyor. Herhangi bir tırmanma ya da yokuş aşağı inme gibi bir durum yok. Çöl gibi bir araziden yola devam ediyoruz...Bu yol bizi oldukça yorduğu ve fazla zamanımız da kalmadığından dolayı Letoon'a 1 kilometre kala pes etmek zorunda kalıyoruz. Aksi takdirde Antalya'ya giden otobüsü kaçıracağız. Patara kumsalında harcadığımız 1 saat Letoon antik kentini gezemememize sebep oluyor. Pişman mıyız diye sorarsanız, hayır değiliz..Yine de Letoon'daki antik tiyatroyu fotoğraflama şansına sahibiz..
Buradaki bir markette karşılaştığımız kendini oldukça uyanık sayan bir abi bizi 25 liraya Kınık'a kadar götürmeyi teklif ediyor. Hatta turistleri aynı yere 30-40 euro'ya götürdüğünü övüne övüne anlatıyor bir de. Pazarlık yapıyoruz acındırıyoruz kendimizi 15 liraya anlaşıyoruz. Atlıyoruz arabasına..Kınık otogarına vardığımızda ne kadar mantıklı bir iş yaptığımızı fark ediyoruz..Çünkü biz gara varır varmaz 10 dakika sonra Antalya minibüsü kalkıyor. Bu 10 dakika içinde Alman çiftle karşılaşıyoruz yine. Bir dertleri var yardımcı olmaya çalışıyorum. Taksici abi bunları yolda perişan bir halde bulmuş, alıp getirmiş. Yol tarif edip, biraz sohbet ediyorum, vedalaşıyoruz..Şimdi size 2 fotoğraf göstereceğim, yorgunluğu anlayabilmeniz açısından. Birisi minibüse biner binmez çekildi, bizimkiler ankara misket oynuyorlar. İkincisi ise yolculuk sırasında, top atsanız uyanmazlar.
                                                       








Ve Antalya'ya varış...Şerefe!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder