26 Eylül 2011 Pazartesi

Likya Yolu (Boğaziçi-Gavurağlı)

   Saat 6.30 civarı uyanıyoruz. Bugün biraz geç kaldık çünkü kahvaltıyı 3 kilometre ilerideki Sidyma antik kentinde yapmak istiyoruz, olaya mistik bir hava katmak için. 7'de yoldayız. Sabahın ilk saatlerinin vazgeçilmez serinliği de bizlerle beraber yol boyunca..Sidyma içinde aynı zamanda bir de köy bulunan bir antik kent. Aslına bakarsanız buraya antik kent de dememek lazım. Sidyma sadece 4-5 tane lahitten oluşuyor. Bir kaç tane de yazılı taş. Zaten girişlerin ücretsiz olmasından da anlayabiliyorsunuz. Görülmeye değer çok bir şey olsaydı mutlaka bir giriş ücreti de olurdu diyoruz, antik kentin girişinde kahvaltılarımızı yapmaya başlıyoruz. Bugünkü sbah menümüzde köyden çıkarken yaptırdığımız ekmek arası patates kızartması ve domates var.
Sularımızı bitirmeyelim diyerekten boğazımıza takılma pahasına yemeklerimizi kuru kuru yemek zorunda kaldıktan sonra tekrar yola devam ediyoruz. Sidyma'ya doğru tırmanan patikada da yer yer işaretler kaybolabiliyor. Bu nedenle yola en az 3 kişi çıkmak gerçekten çok önemli. Bir kişi son işaretin olduğu noktada beklerken diğer 2 kişi farklı yönlere giderek işaret aramaya girişiyor ve doğabilecek zaman kayıpları ve kaybolmaların önüne geçilmiş oluyor. Sidyma'ya gelmeden önce biraz meraklanıyoruz. Bu merağın sebebi ise Boğaziçi Köyü'nde dinlediğimiz hikayeler. Orada anlattıklarına göre köyün yaşlılarından birisi gitmiş antik kalıntının üzerine ev yapmış. Salonunun ortasında lahit tarzı bir şey varmış. Bu nedenle yabancılara karşı oldukça hoşgörüsüzmüş, gelip de başıma iş açarlar diye. (Hiç bulaşmayın görmek falan istemeyin dediler, aslında çok enteresan bir fotoğraf karesi olabilirdi) Bir diğer merak ettiğimiz konu ise Sidyma'nın imamı. Elimizdeki kitaplarda yazılanlara göre bu köyün inanılmaz yardımsever ve canayakın bir imamı varmış. Sidyma'ya ulaştığınızda mutlaka bu imamla tanışılması öneriliyor. Biz de Boğaziçi Köyü'nde imamı soruyoruz, nasıl biridir diye ve imamın gönderildiğini öğreniyoruz. Köylülerin anlattığına göre Sidyma'nın yerlileri adamı çekememiş ve biletini kesmişler. Yerine yeni imam atanmış. İşin aslını Sidyma'da öğreniriz diyoruz biraz daha gaza basıyoruz..2 saatlik bir yürüyüşün ardından Sidyma'dayız. Burada ilk işimiz antik kalıntıları fotoğraflamak ardından da köyün camiisini bulmak.
Köyün içerine doğru biraz ilerlediğimizde cami karşımıza çıkıyor. İçeri girelim bakalım ne var ne yok diyoruz fakat caminin yeni imamıyla karşılaşamıyoruz. Caminin bahçesinde oturup soluklanıyoruz. Gavurağlı'na 20 kilometreden fazla yolumuz var. Geçmiş parkurlarda 2 kilometreyi 5 saatte çıktığımız yerler aklımıza geliyor acaba yetişemeyecek miyiz diye düşünmeden edemiyoruz. Biz bunları düşünürken Emir'in dünya umurunda değil, kedilerle oynuyor. Köyün bütün kedileri Emir'in yanında.. Uyarıyorum, "aman abi ne gerek var şimdi içli dışlı olma çok yaklaşma hayvanlara biri tırmıklayacak falan başımıza dert yakınlarda bir yerde sağlık ocağı gibi bir şey de yok, tadımızı kaçırma" diyorum, dinlemiyor.  Caminin çıkışındaki çeşmeye atıveriyoruz kendimizi..
Sidyma'dan çıktıktan sonraki hedefimiz Bel köyü. Aynı zamanda burada öğle yemeğimizi de halletmeyi planlıyoruz. 5 kilometreden biraz fazla yolumuz var. Normal olarak bir insanın ortalama yürüyüş hızı saatte 5 kilometre civarındadır. Fakat Likya Yolu'nda bu hıza aldanarak plan yapmak oldukça tehlikeli. Birincisi sırtınızda 10 kilodan fazla yük taşıyorsunuz. İkincisi parkur engebeli. Bu nedenle bazen saatteki yürüyüş hızınız 1 kilometreye hatta daha da aşağı düşebiliyor. Biz bu 5 kilometreyi 2 saatte yürümeyi planlıyoruz. Fakat işler pek de umduğumuz gibi gitmiyor. Belki de yol boyunca yaptığımız en büyük hatayı yapıp 2'ye karşı 1 oyla Bel'e kadar Likya Yolu'ndan değil de asfalt yoldan yürüme kararı alıyoruz.. Oldukça demokratik bir gurubuz. Genelde Emir ile Hasan tam zıttı şeyleri istiyor. Son kararı ben vermiş oluyorum, göstermelik demokrasi işte :) Bu kararın sonrası ise tam bir azap. Asfalt yoldan yokuş yukarı güneşin en dik geldiği saatlerde yürümek zorunda kalıyoruz. Sinirlerimiz bayağı geriliyor. Hatta daha önce çektiğimiz skeçlerde esprisini yaptığımız sopa fırlatma olayları gerçek bile oluyor. Tartışma konularımız ise içinde bulunduğumuz sinirsel gerginliği tanımlaması açısından oldukça aydınlatıcı: "yeter ulan yürümüyosun koşuyosun sanki yavaş biraz biiippp" Daha sakin olan tarafın alttan almayı, kızgın olan kişinin ise özür dilemeyi gayet iyi bilecek olgunlukta olması bu tartışmaların üzerinden kolaylıkla gelmemizi sağlıyor.. Bu zorlu yoldan sonra tekrardan Likya Yolu tabelası karşımızda, mutluyuz..
Kalan 3 kilometrelik yolumuzu da aldıktan sonra Bel köyündeyiz. Karnımızı bayağı bir aç. Yine gördüğümüz ilk eve dalıveriyoruz ya da davet ediliyoruz diyelim kibarca. Ama bu sefer önlemimizi alıyoruz "karşılığını vereceğimizi" peşinen belirtiyoruz yine daha önceki gibi bir kararsızlık yaşamamak için. Yemek menüsünü hatırlayamıyorum. Çok hoşuma gitmemişti ama o aklımda. Mecburuz, yemek zorundayız. Yemekten sonra teyzemiz bize köyde yaşanan son gelişmelerden birkaç satır anlatmaya başlıyor: "Köyde bi çocuk vağdı askere gitti geldi delirdi çocuk gomutanın hanımı büyü yapmış buna" İnsanlar hayatlara ne kadar farklı pencerelerden bakabiliyor diyip şaşırıyoruz. Teyzemize veda vakti, teşekkür ettikten sonra Belceğiz'e doğru yola koyuluyoruz.
Bel-Belceğiz arasındaki yol oldukça kolay ve keyifli. Şarkılar, türküler eşliğinde yürüyoruz. Nefesimiz de kesilmiyor hem bu sefer :) Bu keyifli anlarda Belceğiz'den sonraki rotada başımıza neler geleceğini kestiremiyoruz tabi tam olarak :) Artık Belceğiz'e doğru çok az bir yolumuz kalmışken bir şey dikkatimiz çekiyor. Şekil-A'da olduğu gibi bu yollar ne zaman ikiye ayrılsa Likya Yolu nedense hep yukarı doğru devam ediyor. %80 böyle :)
 Artık son mutlu mesut yürüyüş anlarımız.. Likya Yolu'nun en tehlikeli noktasındayız. Gavurağlı'na doğru inişe geçiyoruz, 500 metreden. Yol demeye bin şahit. Hep bizimle beraber olan patikalar artık yok. Yalnız işaretler çok daha sık. Zaten sık olmasa yol da belirgin olmadığından dolayı çok zor burayı geçmek. Trekking olayını aşıp dağcılık boyutuna geçiyoruz şu an. Hedefimiz deniz...

Yolun en başlardaki kısmı oldukça tehlikeli. Yürürken duyduğumuz domuz sesleri de çabası. Bu ürkütücü ortamdan dolayı çok zorda kalmadıkça mola da vermiyoruz fotoğraf da çekmiyoruz. Ancak yolu kolayladıktan sonra birkaç kere deklanşöre basma fırsatımız oluyor..
Nihayetinde Gavurağlı Köyü'ne varıyoruz. Yol üzerinde pansiyon tipi bir taş eve rastlıyoruz. Hoşumuza gidiyor aslında ama fiyat biraz uçuk 40 tl. Köydeyiz la köyde ne 40 lirası. Yola devam edip denize gitmek istiyoruz ama yol gözümüzde büyüyor. Hedefimize de ulaşmışız girip odamızda dinlenelim diyoruz ve ilk gördüğümüz bize 40 lira fiyat çeken eve geri dönüyoruz. Velhasıl 25 liraya anlaşıyoruz. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı dahil. Üçkağıtçı yahu bu köylüler. Duşumuzu aldıktan, kıyafetlerimizi yıkayıp astıktan sonra yemeğe geçiyoruz neyse ki abinin sohbeti iyi. 25 liranın 5 lirasını sohbet için vermişiz gibi düşünebiliriz yani :) Yemekte yine fasulye var. Bu köy evlerinde fasulyeden başka bir şey yenmiyor, anlıyorum. Bu kaçıncı fasulye yeter artık diye geçiriyorum aklımdan. İstanbul'a dönünce de ilk işim anneme, ikinci bir emre kadar fasulye yapmasını yasaklamak oldu zaten. Başlıyoruz sohbete. "Sidyma'nın imamı" olayını da burada açıklığa kavuşturuyoruz. Sıdiğğğğma'da (abimiz aynen böyle telaffuz ediyor:D) köylüler oda kiralama işine girmişler. Bu işteki parayı gören sevgili cami imamımız da geri kalmamış o da başlamış oda kiralamaya. Oda kiralama dediysem öyle değil. Adam turistleri camide yatırıyormuş para karşılığı:) 2 çayı da 5 liradan satıveriyormuş. Turistlere özgü namaz taklidi de bedava. Yavşağın en önde gideniymiş anlayacağınız :) Bayağı bi gülüyoruz vay be işin aslı böyleymiş demek diye. Arıların arasından odamıza doğru geçiyoruz. Arı deyince aklıma geldi. Buraya şu uyarıyı yazmazsam olmaz. Arıdan korkan veya alerjisi olan birinin bu yola çıkmaması önemle duyurulur. Çünkü tahminlerime göre dünya arı nüfusunun %99'u Likya Yolu üzerinde yaşıyor. Çeşmelerden su almak için kendilerinin arasına dalmak lazım. Yok ben susuz da yaşarım derseniz kendi bileceğiniz iş. Arıların iğnelerinin 5 metre öteden görülebildiğini ve hayatımızda görmediğimiz kadar büyük arılar gördüğümüzü ekleyelim..5. etabın sonu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder