24 Eylül 2011 Cumartesi

Likya Yolu (Faralya-Kabak Koyu)

   Son yazımı "uykuya dalıyoruz" diye bitirmiştim ama aslında öyle direk uyumadık. Hasan ile 1-2 saat sohbet ettik yine dönüp durduk yataklarda. Esas mesele Emir'in uykusuydu. Açık ve net idddia ediyorum ki Emir dünyanın en hızlı uyuma rekorunu kırdı. 30 saniye. Çok ciddi yazıyorum bunu. 30 saniyede uyudu. Yataklara uzanalı 30 saniye olmuş Emir'e çok sıradan bir şey söylüyorum ama cevap gelmiyor. İtiyorum, dürtüyorum bir türlü inanamıyorum uyuduğuna :) Yani demek istediğim işin keyif kısmı çok güzel ama oldukça da yorucu..Neyse sabah oluyor uyanıyoruz. Bugünkü parkur yolculuk boyunca yürüyeceğimiz en kısa parkur; tahminen 3-4 saat sürecek, öğlen Kabak Koyu'nda olacağız. Kahvaltımıza oturuyoruz. %100 köy kahvaltısı önümüzde..
Resimde de görüldüğü üzere akşam 30 saniyede uyuyan sabah kalkmak bilmeyen ve yola çıkmadan önce Nazım Kırali'yi; yok çadır kurmaz, yok iş yapmaz şeklinde basitttt,sığğğ esprilerle kamuoyu önünde rencide etmeye çalışan Emir Türker, hem saat 8 de uyanıyor hem de 1 saat keyifli keyifli kahvaltı yapıyor..Bense biraz daha survivor ruhuna uygun takılıp hafif bir omletle geçiriyorum kahvaltıyı..Emir efendinin keyfinin bitmesini beklerken saat 9 oluyor, öğle sıcaklarına yakalanmamak için bir an önce yola çıkmamız gerek artık.. Kabak Koyu'na 7 kilometre yolumuz var...

1 saatlik biraz yorucu ama ormanın içinden geçen bir parkurun ardından bir tepeye varıyoruz. Mola sırasında güneş gözlüğümü bulamıyorum. Herkesin biraz suratı düşüyor. Çantamı olduğu gibi boşaltıyorum ama bulamasam da geri dönüp Faralya'da aramak gibi bir niyetim yok hiç. Zaten ameliyat olacağım bir daha gözlük kullanmam tarzı düşüncelerle kendimi avuturken, en olmadık yerde gözlüğümü buluveriyorum. Tekrar yüzler gülüyor :) Güneş gözlüğü de yolculuktaki en önemli eşyalardan biri. Güneş tepeye çıktığı andan itibaren mutlaka takmak gerekiyor yoksa oldukça rahatsız edici..

Gözlük aramada yaşadığımız vakit kaybının ardından tekrar yola devam ediyoruz.. Parkur kısa olduğundan oldukça rahatız bu yolda. Kafamıza estiği yerde mola veriyoruz, ufak skeçler çekip kendimizi eğlendiriyoruz sonra tekrar yola devam diyoruz. Şimdi de Emir'in ufak bir problemi var. O da ders kaydı. Telefonla Zemfira'ya ulaşıp internetten bazı şeyleri halletmeleri gerekiyor. Yol boyunca çeken telefonlarımız şanssızlıktır ki bulunduğumuz noktada hiç çekmiyor. Hem Vodafone hem Turkcell. Birimiz tepeye çıkıyoruz, birimiz başka tarafa gidiyoruz, hat yakaladığımızda ise kıpırdamak yasak :) Emir'e eyvah ders seçemezsen kaydını silerler, okuldan atarlar şeklinde biraz takıldıktan sonra nihayet Emir'in işi de halloluyor. Gönlümüz rahat, oldukça keyifli bir yoldan yürüyüşümüz tekrar başlıyor.

Sonunda Kabak'a varıyoruz. Kabak köyündeki pansiyon sahibi bir amca bizi yanlış yönlendirmeye çalışıyor. "Buradan aşağı yol yok, inemezsiniz, bugün burda kalın. Çantalarınızı bırakın aşağı inin" diyor. Ama gelmeden önce oldukça iyi hazırlanmış olduğumuzdan dolayı etraftakileri takmıyor, kitabın bize gösterdiği hedef doğrultusunda ilerliyoruz. Zaten amcanın sözlerindeki çelişkiler yumağı bizi direk o yola götürüyor. Başta yol yok inemezsiniz deyip, sonra çantaları bırakıp inin demesi gibi. Sinirleniyoruz biraz. Bizim bildiğimiz temiz ve iyi kalpli köylü insanlarının işi bu kadar ticarete dökmüş olmaları canımızı sıkıyor ta ki Kabak Koyu'nun muhteşem manzaraları bizi karşılayana kadar..Aslında koya hiç inmeyip, Kabak Köyü'nün üzerinden direk Alınca'ya geçme ihitmalimiz de var ama denizin turkuaz rengi bu ihtimali direk ortadan kaldırıyor. Manzaraya karşı biraz oturuyor, sohbet ediyoruz. Bu sırada Hasan'ın yaptığı BDP'li milletvekili taklitleri bizi güldürüyor, enerji topluyoruz.. Aşağı inmek için hazırız..Yalnız yolda ufak tefek sorunlar var bir noktadan sonra işaretler, yol yapımından dolayı silinmiş. Hasan Emre son işaretin olduğu noktada bizi bekliyor, Emir ile ben farklı yollara gidip işaret arıyoruz fakat çabalarımız sonuçsuz..Biz anayolu takip edelim elbet bu yol bizi denize götürecektir diyor, devam ediyoruz. Nitekim bir süre sonra da denize varıyoruz. Kırmızı-beyaz Likya Yolu işaretleri sahilde..Saat 2 civarında Kabak Koyu'na ulaşabildik. Bikinili, mayolu insanların arasından sırt çantalarımızla, pantolonlarımızla geçerken biraz garipseyen bakışlara maruz kalıyoruz..Hoşumuza da gitmiyor değil aslında..Vadinin içine doğru uzanıp çadır kuracak alan arama çalışmalarına girşiyoruz. Daha sonra bulduğumuz en uygun alanda çadırımızı kurma çalışmaları..Dediğim gibi yola çıkmadan önce "çadır kuramaz" diye eleştirilen ben de elimden geldiğince arkadaşlarıma yardım ediyorum. Aşağıdaki fotoğraf da kanıtıdır. Tabii ki bu çadır kurma işinde Emir'in çabaları yadsınamaz. Aslan payı kendisinin, teşekkür ediyoruz uğraştığı için.
Çadırımız da hazır olduğuna göre artık rahatız diyor, mayolarımızı giyip denize doğru uzanıyoruz...Kabak Koyu tesisleşmenin kesinlikle yasak olduğu bir koy.. Burada şezlong, şemsiye, masa gibi şeylerle karşılaşmanız imkansız. Var olan tek tesisler, vadinin içinde yer alan ahşap bungalovlardan oluşan kamplar. Tatil için Kabak Koyu'nu seçen insanların çoğu ise "entel" olarak tabir edebileceğimiz üst gelir grubundan aynı zamanda da doğayla başbaşa olmayı seven tiplerden. Bunu insanların yürüyüşünden, konuşmalarından bile anlayabiliyorsunuz. Değerli eşyalarımızı çadırımızda bırakmak gibi bir lüksümüz olmadığından hepsini bir torbaya doldurup yanımıza alıyoruz. Dolayısıyla denize girerken de 3'ün 2'li kombinasyonlarını uygulamak durumundayız. Birimiz her zaman eşyaların başında.. Pek de bir önemi yok. Zaten denize girdiğimiz andan itibaren birbirimizle pek ilgimiz de yok. Uzanıp denizin içinden vadiyi seyredalıyoruz..Yine tam da bu seyir dakikalarından birinde başıma enteresan bir olay geliyor. Dünya literatürüne "denizde köpek tarafından kovalanan ilk insan" olarak geçiyorum. Neyse ki hızlı yüzücüyüm de kaçabiliyorum. Kıyıya çıkınca da peşimi bırakıyor mahlukat. Sahibi ve bizimkiler "oynamak istiyor senle" falan deseler de hayvanın bana doğru yüzerek gelişi pek öyle değildi diyorum, gülüyoruz. Biraz dalga geçiyorlar benle.

Yüzme keyfimizin ardından, duşlarımızı alıyoruz ve tekrar sahile iniyoruz. Burada bir arabada köfte-ekmek yapan bir yer görüyoruz. Oturuyoruz önüne attığı masalara. Ayran istiyoruz üçümüz de ama yine ufak bir sorun. Ayranların son kullanma tarihi 2009 yılına ait. Adama tepki gösteriyoruz savunması ise gayet ilginç oluyor "Valla onlar bugün geldi, öyle yazıyolar üstüne 2009 diye" şeklinde bir cevap. Bir de utanmadan siz bilirsiniz diyor. Yine lanet ediyoruz, o kadar sinirliyiz ki adamla kavga falan etmeyelim diye kalkıyoruz hemen oradan, çadırımıza doğru yola çıkıyoruz. Çadırın içi oldukça rahatsız..Sadece 1 tane matımız var, çadır kurarken taşları da iyi toplayamamışız, uyku problemi çekiyoruz. Zaten uyuyup rüya görmemize falan da gerek yok, bu yolculuk boyunca biz zaten rüyadayız...2. etabın sonu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder